Ebeveyn ve çocuk ilişkisi konusunda önemli uyarılarda bulunan psikolojik danışman Kamil Vüsal Paşayev, “Kim bilir belki de sizin evinizde keşfedilmeyi bekleyen bir Mimar Sinan, bir Bethoven, bir Edison, bir Hügo yaşıyor olabilir” dedi.

Ebeveyn ve çocuk ilişkisi üzerine yaptığı seans ve seminerlerinde her 3 öğrenciden 2’sinde dikkat eksikliği, odaklanma sorunu, özgüvensizlik, kendini değersiz hissetme ve internet bağımlılığının ağır bastığını gözlemlediğine işaret eden Kamil Vüsal Paşayev, “Ebeveynlerimse çocukların okula gitmek istememelerinden, derslerine çalışmamalarından, ödevlerini yapmamalarından, söz dinlememelerinden, evde hiçbir işe yardım etmemelerinden şikayetçi ve mustaripti. Psikolojide taklit etme sendromu adında bir terim vardır. Bir birey, edindiği bütün olumlu ve olumsuz davranışları taklit etme yolu ile anne ve babadan alır. Yetiştirme şekli bu sürecin en önemli parçasını oluşturur. Sorumluluk bilincinden uzak tutulan çocuklar okula gitmekten, ödev yapmaktan kaçınır, söz dinlemez, saygı duymaz, sorumluluk almazlar. Anne bir şeyi onaylarken babanın bunu reddetmesi, çocuğun her isteğini onaylamak veya olumsuz davranışlarını görmezden gelmek, çocuğu kurallarla yönetmek, cezalarla terbiye etmeye çalışmak, suça eğilim sağlayan ve öfke patlaması yaşayan bir kişilik oluşturur. Ödüller, yaptığı bir işin karşılığında her zaman bir iyilik isteyen çıkarcı bir kişilik oluşturur veya bir işi yapmak için öncesinde ödül ister. Şartlandırma en tehlikeli girişimdir. Bunun yerine seçenek sunulabilir veya öncelik sırası belirlenebilir. Mesela; ödevini yaptıktan sonra oyun oynayabilirsin veya karar ver, sabah erken kalkmak için akşam saat onda mı on birde mi uyumak istersin gibi. Yasaklamalar, şunu unutmayalım yasaklanan her şey insanoğluna cazip gelir, inatçı bir kişilik oluşturur. Yasaklamanın yerine kısıtlamalar tercih edilebilir. Mesela; her gün sekiz saat telefonla zaman geçiren çocuğumuzun telefonunu elinden almak yerine ilk aşamada günde sadece iki veya üç saat telefon kullanmasına izin vererek yapıcı bir kısıtlama olabilir” dedi.

Öğrencinin gelişiminde oku ve öğretmen faktörünün önemine işaret eden Paşayev, “Öğretmenlik tahtada kırk dakika ders anlatmak olmamalı. Öğrencinin hayatına dokunan, kafasında küçük bir pencere açıp oradan güzel şeylere bakmasını sağlayan ve bu anlamda öğrencisine ilham kaynağı olan bir birey öğretmenlik görevini hakkı ve onuru ile yapıyordur. Bir çocuğun okula gitmemesinin en başlıca üç ana nedeni olabilir. Evde sorumsuz büyütülmüş ve her istediği onaylanmış çocuklar okula gitmekte ve oraya adapte olmakta güçlük çekebilirler. Konfor alanından çıkıp belli bir disiplinle yönetilen bir ortama geçiş yapmak istemeyebilir. Sınıf öğretmeninin teşvik edici, destekleyici tutumu bu sürece kolay adapte olmasını sağlayacaktır. Öğretmenlerin aşırı ödev vermesi, öğrencinin de ödevi yapmama durumunda disipline edici cezalarla karşılaşması veya sınıf önünde rencide edici azarlamalar duyması okuldan soğumasına neden olabilir. Kabul edelim ki çocuk, öğrenmek için okula gider ve bir dersi ona sevdiren de derse karşı olumsuz duygular beslemesine neden olan da öğretmendir. Akran zorbalığı - Bu süreç asla ortadan kaldırılamaz, ama farkındalık sağlayan çalışmalarla yumuşatılabilir” diye konuştu.

Çevre faktöründen yani arkadaş ortamından da bahseden Paşayev, şu uyarılarda bulundu:

“Arkadaş bir merdiven gibidir. O merdivenle kuyuya inmek de kuyudan çıkmak da mümkündür. Bu yüzden çocuklarımızın sosyalleşirken doğru kişilerle arkadaş olduğundan emin olmalı ve bu konuda gerekli bilgileri onlarla paylaşmalıyız. Eğitim sistemi gelişmiş toplumlarda çocuğun artı yönleri keşfedilmeye ve geliştirilmeye çalışılır. Bizdeyse zayıf ve eksik yönlerine odaklanılır ve düzeltilmeye çalışılır. Mesela; eğitim sistemi gelişmiş bir toplumda ebeveyn, çocuğunun bir enstrümana olan ilgisini veya futbol oynarken topa olan hâkimiyetini fark eder. Çocuğunu hemen bir konservatuvar veya bir futbol akademisine götürür ve bu yanını geliştirmeye çalışır. Bizde ise çocuğun matematiği zayıfsa bu doğrultuda arayışlar ve tercihler yapılır. Çocuklarımızın yeteneklerini keşfetmelerine yardımcı olalım, artı yönlerine odaklanalım. Bütün çocuklar özeldir ve masum doğarlar. Bizim eşlik ettiğimiz süreç, onların kişilik ve kimliklerini oluşturur. Sevgiyi, merhameti, öfkeyi, çaresizliği, azmi; büsbütün her şeyi çocuklarımız bizden öğrenir. Bir çocuk doğarken seri katil veya cerrah olmayı tercih etmez. Bunu bizim oluşturduğumuz şartlar belirler. Çaresiz kalınca lütfen şunu hatırlayalım; Edison kaşif olarak doğmamıştı. Bethoven sağırdı ama bu durum senfoni bestelemesine engel olmamıştı, Hügo, Sefiller’i annesinin karnında yazmamıştı. Gözlerinizi dört açın. Kim bilir belki de sizin evinizde keşfedilmeyi bekleyen bir Mimar Sinan, bir Bethoven, bir Edison, bir Hügo yaşıyor olabilir”